Kategoriler
CEZA HUKUKU

SUÇ UYDURMA/YARGITAY CEZA GENEL KURULUNUN 16.10.2018 TARİHLİ VE 86-434 SAYILI KARARI

ÖZET: Sanığın 112 Acil Çağrı Merkezini arayarak dört kişinin yaralandığı bir trafik kazası meydana geldiğine dair gerçeğe aykırı ihbarda bulunduğu ve gereğinin yapılması için çağrı merkezi görevlilerince ihbarın kolluğa bildirilmesi üzerine yapılan araştırmada ihbarın asılsız olduğunun anlaşıldığı olayda; sanık işlenmediğini bildiği bir suçu işlenmiş gibi ihbar etmiş ise de, 112 Acil Çağrı Merkezinin CMK’nın 158. maddesinin ilk üç fıkrasında sayılan yetkili makamlardan olmadığı, çağrı hizmetlerine ilişkin kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantısı bulunmayan suça konu ihbar yönünden çağrı merkezinin aynı maddenin dördüncü fıkrası açısından da yetkili makam olarak değerlendirilemeyeceği ve ihbarın da doğrudan kolluğa yapılmayıp yetkili makama çağrı merkezince, başka bir ifadeyle dolaylı olarak bildirildiği anlaşıldığından; sanığa atılı suç uydurma suçunun unsurlarının oluşmadığının kabulü gerekmektedir.

Sanığın eyleminin 112 Acil Çağrı Merkezine asılsız ihbarda bulunma kabahatini oluşturduğu ileri sürülebilir ise de; söz konusu kabahatin 3152 sayılı Kanun’un eylem tarihinden sonra yürürlüğe giren 6525 sayılı Kanun’la değişik 28/4. maddesiyle düzenlendiği gözetildiğinde, Anayasa’nın 38 ile 5326 sayılı Kanun’un 4. maddelerinde de ifadesini bulan kanunilik ilkesi gereğince, olay tarihinden sonra kabahat hâline gelen bu eylemi nedeniyle sanık hakkında idari yaptırım da uygulanamayacaktır.

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın olay tarihinde “112 Acil Çağrı Merkezine yaralamalı trafik kazası olduğu yönünde asılsız ihbarda bulunma” şeklinde gerçekleşen eyleminin suç uydurma suçunu mu yoksa hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 3152 sayılı Kanun’un 6525 sayılı Kanun’la değişik 28. maddesinde düzenlenen “112 Acil Çağrı Merkezine asılsız ihbarda bulunma” kabahatini mi oluşturduğunun belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle; 1- Sanığa atılı “suç uydurma” suçunun yasal unsurlarının oluşup oluşmadığının, 2- “Suç uydurma” suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı sonucuna ulaşılması hâlinde; eylem tarihi itibarıyla yürürlükte bulunmayan 3152 sayılı Kanun’un 6525 sayılı Kanun’la değişik 28. maddesinin uygulanma imkânının bulunup bulunmadığının, Değerlendirilmesi gerekmektedir. İncelenen dosya kapsamından; Kolluk tarafından düzenlenen 27.08.2012 tarihli tutanaklara göre; 26.08.2012 tarihinde 112 Acil Çağrı Merkezine K., D. ilçesi, B. mevkiinde dört kişinin yaralandığı bir trafik kazasının meydana geldiğine ilişkin ihbarda bulunulduğu, çağrı merkezi görevlileri tarafından ihbarın bildirildiği D. İlçe Jandarma Komutanlığınca ihbarda belirtilen yere devriye ekibinin gönderildiği, ancak devriye ekibi tarafından yapılan araştırmada ihbara konu kazaya karışan kişilere ya da kazaya dair emareye rastlanmaması ve ihbarı yapan kişinin kullandığı ve 112 Acil Çağrı Merkezi görevlilerince kolluk görevlilerine bildirilen telefon numarası arandığı hâlde telefona cevap verilmemesi üzerine ihbarın asılsız olduğunun anlaşıldığı, 27.08.2012 tarihli Cumhuriyet savcısı görüşme tutanağına göre, kolluk görevlilerince yapılan araştırma sonucunda söz konusu ihbarı yapan kişinin sanık A.B. olduğunun tespit edildiği, Anlaşılmaktadır. Sanık aşamalarda; herhangi bir trafik kazası görmemesine rağmen alkollü olmasının etkisiyle ihbarı kendisinin yaptığını savunmuştur.

Sanığa atılı suç uydurma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitabının “Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler” başlıklı dördüncü kısmının “Adliyeye Karşı Suçlar” başlıklı ikinci bölümünde yer alan 271. maddesinde;

“(1) İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir” biçiminde düzenlenmiştir. Suç uydurma suçu ile, adlî makamların gereksiz olarak işgal edilmesi veya yanlış yollara yönlendirilerek boşuna uğraştırılması eylemleri yaptırım altına alınmıştır. Böylece adlî makamların yıpratılıp itibar kaybına uğraması önlenmek istenmiştir. Bu suç, belirli bir kimseye isnat yöneltilmeden, işlenmediği bilinen bir suçun yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar edilmesi veya işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerinin soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uydurulması suretiyle işlenmektedir. Bu anlamda, söz konusu suç tipinde, uydurulan suçun ceza hukuku açısından suç olması gerekmektedir. Kabahat veya diğer hukuk dallarına ilişkin olan, örneğin bir idari soruşturma veya yaptırımı gerektiren eylemin uydurulması bu suça vücut vermeyecektir. Buna göre, suç uydurma suçunda yetkili makamlara bildirilen fiilin suç teşkil eden bir eylem olması gerekmektedir. İhbar veya uydurma hareketlerinin gerçekleştirilmesi ile tamamlanan bu suçun iki tür işleniş biçimi bulunmakta olup fiilin, ihbar suretiyle işlenmesine şekli suç uydurma, delil veya emarelerini uydurmak suretiyle işlenmesine ise maddi suç uydurma denilmektedir. Söz konusu suçun unsurlarını; işlenmemiş bir suçun olması, suç duyurusunun kanuni tipte belirtilen makamlara yapılması ve uydurulan suçun belli bir kimseye isnat edilmemesi olarak saymak mümkündür. Suç uydurma suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Neticesini bilerek ve isteyerek ihbarda bulunma ya da delil veya emare uydurma iradesi suçun manevi unsurudur. Bu suçun manevi unsuru bakımından doğrudan ve genel kastın bulunması yeterli olup failin suçu işleme nedeninin, maksadının veya saikinin bir önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu suçta özel kast aranmamaktadır. Gelinen bu aşamada suç uydurma suçunun maddi unsurları arasında yer alan “işlenmediği bilinen bir suçun, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar edilmesi” fiilinin de irdelenmesi gerekmektedir. 5271 sayılı CMK’nın “İhbar ve şikâyet” başlıklı 158. maddesi suç tarihi itibarıyla; “(1) Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir. 

(2) Valilik veya kaymakamlığa ya da mahkemeye yapılan ihbar veya şikâyet, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.

(3) Yurt dışında işlenip ülkede takibi gereken suçlar hakkında Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarına da ihbar veya şikâyette bulunulabilir.

(4) Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.

(5) İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir.

(6) Yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturma evresine geçildikten sonra suçun şikâyete bağlı olduğunun anlaşılması halinde; mağdur açıkça şikâyetten vazgeçmediği takdirde, yargılamaya devam olunur” şeklinde düzenlenmiş olup bu maddede suç soruşturması bakımından ihbar ve şikâyetlerin yapılacağı yetkili makamlar genel olarak belirtilmiştir.

Anılan maddenin ilk üç fıkrasına göre, suça ilişkin ihbar veya şikâyetin, öncelikle Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına, bunlar dışında ayrıca, mahkemeler, valilik veya kaymakamlığa, yurt dışında ise elçilik ve konsolosluklarına yapılmalıdır. Dolayısıyla suç uydurma suçuna konu ihbarın da 5271 sayılı CMK’nın 158. maddesinde gösterilen Cumhuriyet Başsavcılığına, kolluğa, valiliğe, kaymakamlığa, mahkemeye, yurtdışında ise elçiliğe veya konsolosluğa yapılması gerekmektedir. Uyuşmazlık konusunun çözümüne ışık tutacak olan CMK’nın 158. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca, bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyetlerin, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Bu fıkrada “Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine” tabiri kullanıldığından, ilgili kamu kurum veya kuruluşun, yapılan tüm ihbarlar açısından değil, bu makama ancak kendi görev alanına giren bir suça ilişkin ihbar yapılması durumunda, ilgili makamın CMK’nın 158. maddesinin dördüncü fıkrası anlamında yetkili makam olduğu kabul edilmelidir. Öğretide de; “Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar ve şikâyetler, gecikmeksizin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderileceğinden, bu makamlar görev alanına giren suçlarda yetkili makam olarak değerlendirilebilir.” (Mehmet Emin Artuk- Ahmet Gökcen-A. Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Özel Hükümler, 5. Cilt, Ankara, 2009, s. 5386);

“CMK’nın 158. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca, bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar ve şikâyetler gecikmeksizin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Dolayısıyla, görevle bağlantılı suçların kurum veya kuruluş idaresine ihbar edilmesi bu kapsamdadır. TCK’nın 279. maddesinde ‘Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi’ suçunun düzenlenmiş olması nedeniyle, kamu görevlilerinin, görevleriyle bağlantılı olarak öğrendikleri suçu bildirme yükümlülüklerinden kaynaklı olarak, herhangi bir kamu görevlisine asılsız ihbarın yapılması hâlinde suç uydurma suçunun oluştuğu ileri sürülebilir ise de; kamu görevlilerinin bahse konu yükümlülüğe aykırı davranmaları halinde cezai sorumluluğa sahip olmaları, söz konusu kamu görevlilerinin yasal ihbar ve şikayet makamları arasında sayılmaları sonucunu doğurmayacaktır. Aksinin kabulü halinde TCK’nın 278. maddesinde ‘Suçu bildirmeme’ suçunun düzenlenmiş olması sebebiyle, bir suçun işlenmekte olduğunu öğrenen herkesin, bu suçu bildirmekle yükümlü olduğundan, yetkili makam sayılması gerektiği akla gelebilecektir.

Bu bakımdan kanun gereği ihbar veya şikâyetin yapılması olanaklı görülen makamlar dışındaki kimselere yapılacak asılsız ihbarın, suç uydurma suçunu oluşturmayacağı kabul edilmelidir. Bu bağlamda, asılsız ihbarın yetkili makama yapılması zorunlu olduğundan, yetkili olmayan bir makama yapılan ihbar dolaylı olarak yetkili makama ulaşsa dahi, gerçeğe aykırı bu ihbar yetkili makamda tekrarlanmadığı takdirde suç oluşmayacaktır.” (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, Ankara, 2010, s.7830, 7919); “CMK’nın 158. maddesinde belirtilen makamlar dışındaki merci veya makamlara yapılan ihbar, teknik anlamda bir ihbar sayılamayacağından suç uydurma suçu ihlâl edilmiş olmayacaktır. İhbarın, CMK’nın 158. maddesine uygun, özellikle de ilgili mercie doğrudan doğruya bildirilerek yapılması suç uydurma suçunda tipe uygun eylemin varlığı için gereklidir.” (Yener Ünver, TCK’da Düzenlenen Adliyeye Karşı Suçlar, 4. Baskı, Seçkin Hukuk, Ankara, 2016, s. 168, 169) Şeklinde görüşlere yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, CMK’nın 158. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince, bir kamu kurumu veya kuruluşunun görevinin yürütülmesi sırasında göreviyle ilgili olarak bir suçun işlendiğini haber alması hâlinde ilgili kurum ve kuruluş idaresinin de ihbar ve şikâyetleri gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirme zorunluluğu bulunduğundan, gerçekten işlenmediği hâlde ihbar edilen suçun bildirilmesi açısından da bu kurumların yetkili makam olarak kabulü gerekir.

Ancak gerçekte işlenmeyen ve ihbara konu olan suç, kamu kurumu veya kuruluşunun görevinin yürütülmesiyle bağlantılı değilse, Cumhuriyet Başsavcılığına bildirim yükümlülüğü bulunmayan ilgili kurum ve kuruluş idaresinin yetkili makam olarak sayılması mümkün olmadığından, suç uydurma suçu oluşmayacaktır. İlgili kurum ve kuruluşun asılsız suç ihbarını, Cumhuriyet Başsavcılığına veya CMK’nın 158. maddesinin ilk üç fıkrasında sayılan diğer yetkili makamlardan birine iletmesi hâlinde de sonuç değişmeyecektir. Zira, ihbarın yetkili makamlara doğrudan yapılması aranmakta olup bu makamların dolaylı şekilde gerçeğe aykırı suç ihbarını öğrenmeleri hâlinde de suç uydurma suçunun oluşmadığı kabul edilmelidir. Öte yandan, «112 Acil Çağrı Merkezine asılsız ihbarda bulunma» eylemiyle ilgili olarak suç tarihinden sonra yürürlüğe giren özel düzenlemelerin irdelenmesine gelince; Acil çağrı merkezlerine ilişkin olarak, 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un “Taşra Teşkilatı ve Bağlı Kuruluşlar” başlıklı üçüncü kısmında yer alan 28. maddesine, 06.12.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 33. maddesiyle; “Tüm acil çağrıları karşılamak üzere büyükşehirlerde yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı bünyesinde, diğer illerde ise valilikler bünyesinde 112 acil çağrı merkezleri kurulur. Bu merkezlerin iş ve işlemleri İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” biçiminde dördüncü fıkra eklenmiş ve söz konusu fıkra, 27.02.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6525 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 15. maddesiyle; “Tüm acil çağrıları karşılamak, sevk ve koordinasyonu sağlamak üzere büyükşehir belediyesi bulunan illerde yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı bünyesinde, diğer illerde ise valilikler bünyesinde 112 Acil Çağrı merkezleri kurulur. Acil çağrı hizmeti veren kurumların çağrı hizmetini yürütmekle görevli personeli buralarda görevlendirilir.

Yeterli personel bulunmaması hâlinde valilik kadro, yer ve unvanlarına bakmaksızın uzman, sözleşmeli personel ve memurları bu merkezlerde görevlendirebilir. Bu merkezlerin iş ve işlemleri Sağlık Bakanlığının uygun görüşü alınarak İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir. Çağrı merkezinde görevlendirilen personelin aylık, ödenek, her türlü zam ve tazminatları, ek ödemeleri ile diğer mali ve sosyal hak ve yardımları kendi kurumları tarafından karşılanır. Diğer kurumlar tarafından görevlendirilen personelin, kendi kurumunda sahip olduğu mali ve sosyal hakları herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın korunur. 112 Acil Çağrı Merkezini asılsız ihbarda bulunmak suretiyle meşgul ettikleri tespit edilen kişilere 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanun’una göre il valileri tarafından 250 Türk Lirası idari para cezası verilir. Tekerrür hâlinde bu ceza iki katı olarak uygulanır.” şeklinde değiştirilmişken, 09.07.2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 18. maddesiyle 3152 sayılı Kanun’un 28. maddesi yürürlükten kaldırılmış, aynı KHK’nın 20. maddesiyle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na eklenen 42/A maddesiyle; “112 Acil Çağrı Merkezini asılsız ihbarda bulunmak suretiyle meşgul ettikleri tespit edilen kişilere bu Kanuna göre il valileri tarafından ikiyüzelli Türk Lirası idari para cezası verilir.

Tekerrür halinde bu ceza iki katı olarak uygulanır.” biçiminde yeniden düzenleme yapılarak Acil Çağrı Merkezine asılsız ihbarda bulunma eylemi yine bir kabahat olarak öngörülmüştür. Bununla birlikte, 5326 sayılı Kanun’un “İçtima” başlıklı 15. maddesinin üçüncü fıkrası; “Bir fiil hem kabahat hem de suç olarak tanımlanmış ise, sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabilir. Ancak, suçtan dolayı yaptırım uygulanamayan hallerde kabahat dolayısıyla yaptırım uygulanır” şeklinde tanzim edilmiştir. Bu düzenlemeye göre; bir eylemin hem kabahat hem de suç oluşturduğu hâllerde, ancak, suçtan dolayı yaptırım uygulanamayan durumlarda kabahat dolayısıyla müeyyide uygulanabileceğinden, öncelikle söz konusu eylemin ilgili suç tanımına girip girmediği belirlenmeli, suç kapsamına girmediğinin belirlenmesi hâlinde ise kabahatle ilgili düzenlemenin suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Sanığın 112 Acil Çağrı Merkezini arayarak dört kişinin yaralandığı bir trafik kazası meydana geldiğine dair gerçeğe aykırı ihbarda bulunduğu ve gereğinin yapılması için çağrı merkezi görevlilerince ihbarın kolluğa bildirilmesi üzerine yapılan araştırmada asılsız olduğunun anlaşıldığı olayda; sanık işlenmediğini bildiği bir suçu işlenmiş gibi ihbar etmiş ise de, 112 Acil Çağrı Merkezinin CMK’nın 158. maddesinin ilk üç fıkrasında sayılan yetkili makamlardan olmadığı, çağrı hizmetlerine ilişkin kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantısı bulunmayan suça konu ihbar yönünden çağrı merkezinin aynı maddenin dördüncü fıkrası açısından da yetkili makam olarak değerlendirilemeyeceği ve ihbarın da doğrudan kolluğa yapılmayıp yetkili makama çağrı merkezince, başka bir ifadeyle dolaylı olarak bildirildiği anlaşıldığından; sanığa atılı suç uydurma suçunun unsurlarının oluşmadığının kabulü gerekmektedir. Öte yandan, sanığın eyleminin 112 Acil Çağrı Merkezine asılsız ihbarda bulunma kabahatini oluşturduğu ileri sürülebilir ise de; söz konusu kabahatin 3152 sayılı Kanun’un eylem tarihinden sonra yürürlüğe giren 6525 sayılı Kanun’la değişik 28. maddesinin dördüncü fıkrasıyla düzenlendiği gözetildiğinde, Anayasa’nın 38 ile 5326 sayılı Kanun’un 4. maddelerinde de ifadesini bulan kanunilik ilkesi gereğince, olay tarihinden sonra kabahat hâline gelen bu eylemi nedeniyle sanık hakkında idari yaptırım da uygulanamayacaktır. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün, sanığa atılı suç uydurma suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

(CGK, 16.10.2018 tarihli ve 86-434 sayılı)